AŞK İKİ KİŞİLİKSE EĞER

Nedense aşk yaşama büyük geliyor, ben de sana…

Hep böyle oluyor, akıllı uslu ölü toprağa serpilince ömrümüze; aşkı gücendiriyoruz. İnsanlık onurumuz yaralanıyor. Akılla sığlığı, akılla alışkanlığı, akılla kalabalığı, akılla prangalı düşünmeyi üst üste getiriyoruz. Akılla bu dünyada, akılla bu zamanda tıkanıp kalıyoruz.

Sonra mı?

Gelsin mutsuzluklar, bunalımlar ve ‘KEŞKELERLE’ bezenmiş bir yaşam, ‘ADAM’ gibi sevmeyi beceremediğimiz için…

O kadar çok beta beyin dalgalarıyla dolduruyoruz ki kendimizi, hep unutuyoruz alfaları. Oysaki alfa aşkın frekansıydı, Mutlu olmak için ona ihtiyacımız vardı. Dünyayı çekilebilir yapabilmek için, hatta kusursuz görebilmek için aşkın dünyasına bırakmak gerekirdi kendimizi. Ben de bunu umut ederek buldum seni, aniden rastlayıverdim. Hiç yoktun aslında aklımda, unutmuştum kalbimin yerini, nerede nasıl atardı bilmez olmuştum. Kaptırmıştım yaşamın /akışına kendimi, hayatın acımasız duygusuna… Fakat sen çıkageldin ve: “İstemem” diye söyleyivermiştin.

Şimdi sorarım sana!

Aşk mı Sever Acıyı? Yoksa Acının Ta Kendisi midir Aşk?

Baş edemeyeceğimin hiçbir duygunun olmadığını düşünürdüm, ta ki sen canımı yakıncaya kadar.

Seni uzaktan izlemek acı vermezdi bana, kim bilir belki de iyi geliyordu katılaşan kalbime…

Bu yüzdendir belki sana: “Seni dilemiyorum” demem. Ama şimdi bakıyorum baş edemiyorum bu duyguyla. Zayıf kalıyorum karşısında. Ne de çok, bilmişlik yapardım:

“İnsan isterse beyniyle kalbine hükmeder.” diye.

Öyleydi de, sen beni yerle bir edinceye kadar..!

Eğer aşk iki kişilikse neden tek taraf çeker bu yükü?

Daha öncede sormuştum sana bu soruyu, sense cevapsız bırakmış, sonra bilmediğini söylemiştin. Şimdi tekrar soruyorum

“Aşk iki kişilik tıpkı; 2 çift göz, 2 el kol, kulak ayak gibi…

Söyler misin? Gözlerini düşün, birini yalnızca birinin olmadığını düşün dokunabilir misin gökyüzüne? Ya ayağın! Olmasaydı biri nasıl yürürdün koşardın özgürce hayallerine? Her biri tek başına ne kadar eksik, ne kadar üzgün, muhtaç diğerinin varlığına…

Şimdi gelelim Kalbe! Yani Aşka yaşatan varlığa…

Ne kadar yalnız öyle değil mi? sen var olduğundan beri…

O zamandan bu tarafa; arar durur diğer eşini/yarısını hiç usanmadan.

Ve,

Bir gün, bir anda aniden, diğer yarısını görüverir karşısında… Ve öyle heyecanlanır ki, delice çarpmaya başlar… Çünkü sonunda diğer yarısını bulduğuna inanır.

Diğerlerine ve beyne sormadan kapılıverir aşk kokulu beyzadenin rüzgarına…

Tabi diğer organların keyfi yerindedir, her biri eşine sahiptir ve kalbin bu halini anlayamazlar, aptalca davrandığını düşünürler. ‘Kalp’ saçma sapandır onlar için. Kalpse büyük bir heyecanla diğer yarısını bulduğunu düşünerek delice sever de sever, hayaller kurdurtur beyne.

Düşün beyin bile 2 lobdan oluşurken kalp tektir. Beyin:” Dur şapşal ne yapıyorsun?” der. Ama dinlemez umurunda değildir kalbin dünya!

Fakat kalbin unuttuğu bir şey vardır..!

Diğer yarısı bi başka bedendedir ve ondan izin alması gerekir. Dahası o kalbin de onu sevmesi, onun aradığı diğer yarısının olduğunu hissetmesi, büyük bi heyecanla atması lazımdır. Bilemez bunu Kalp, belki de daha önce tecrübe etmiştir. Fakat Kalp bu fazla duygusaldır. Her zaman umut etmeyi ister, beyin gibi küsmez, küstürmez.

Bu yüzdendir belki: “Kalbi katılaşmış” kelimesi…

Beynin kalbi ele geçirmesi sonucu, doğmuştur bu kelime. Çünkü beyin acımasızdır merhamet etmez. Benimde beynim ele geçirmişti kalbimi, katılaşmıştı. Bu yüzdendi: “Ben her duyguyla baş ederim demem.”

Ta ki, sana kadar…

Şimdi, her şey bu kadar barizken, “Aşk”ta kalbin işiyken ve diğer yarısına muhtaçken;

Neden tek tarafa yüklensin ki yük?

Sebebe ne hacet, diğer kalbin varlığı yeterli değil midir sebebe…

“Şüphesiz vardır kalbin bir bildiği”

Aşkı yaşatana

Kalbe…

About Author: