Yüksek Lisans Bitirme Tezi

ÖZET
Bu çalışma, çocukluk döneminde doğum sırası ve bağlanma stilleri arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçlamaktadır. Araştırmada, doğum sırasının bireylerin kişilik özellikleri ve bağlanma stilleri üzerindeki etkileri değerlendirilmektedir. Alfred Adler’in psikolojik doğum sırası kavramı temel alınarak, bireylerin aile içindeki konumlarını nasıl algıladıkları ve bunun kişilik gelişimleri üzerindeki etkileri analiz edilmiştir. Çalışmada, ilk çocukların genellikle güvenli bağlanma stiline daha yatkın oldukları, ortanca çocukların ise kaygılı bağlanma stiline eğilim gösterdikleri bulunmuştur. En küçük çocuklar ve tek çocuklar ise daha fazla kaçıngan bağlanma stili sergilemektedirler. John Bowlby’nin bağlanma teorisi ve Melanie Klein’ın nesne ilişkileri kuramı, çalışmanın kuramsal çerçevesini oluşturmuştur. Bu teoriler, erken çocukluk döneminde bakım veren ile kurulan ilişkinin, bireyin ileri yaşlardaki sosyal ve duygusal gelişimini nasıl etkilediğini açıklamaktadır. Çalışmanın sonuçları, ebeveynlerin çocuklarına yönelik tutum ve davranışlarını şekillendirmede dikkate almaları gereken önemli faktörler sunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Aile Dinamikleri, Doğum Sırası, Bağlanma Stilleri, Psikolojik Doğum Sırası, Kardeş İlişkileri
ABSTRACT
The objective of this research is to explore the correlation between birth order and the attachment styles in childhood. The study assesses the impact of birth order on personality and attachment styles among individuals. The study explores the perception of people regarding their status within the family and its relation to psychological birth order according to Alfred Adler. The study also shows that first borns are more likely to have secure attachment styles while the middle borns have anxious attachment styles while the youngest and only born children have avoidant attachment styles. According to the research, the theories of John Bowlby’s attachment theory and Melanie Klein’s object relations theory are the theoretical frameworks of the study. These theories describe how the bond that is created when a child interacts with the caregiver in early childhood influences his or her social and emotional wellbeing in the later years. The findings of study offer important implications that parents should consider in order to modify their perceptions and actions towards their children.
Keywords: Family Dynamics, Birth Order, Attachment Styles, Psychological Birth Order, Sibling Relationships
İÇİNDEKİLER
2.1.2 Psikolojik Doğum Sırası 5
2.1.3 Doğum Sırasının Önemi ve Etkileri 6
2.1.4 Psikolojik Doğum Sırası Üzerine Yapılan Araştırmalar 9
2.2.2 Erken Bebeklik ve Çocukluk Döneminde Bağlanma. 17
2.2.4 Bağlanma Stilleri Hakkında Yapılmış Çalışmalar 20
1. GIRIŞ
Psikolojik olarak dengeli bireylerin yetiştirilmesinde ailelerin sağladığı özellikler ve çocukların bu özelliklere tepkileri, bireysel farklılıklara göre değişiklik gösterir. Bireylerin bu kişisel deneyimleri, onların değerlerini, geliştirdikleri yaklaşımları, ilişki kurma ve düşünme tarzlarının temelini oluşturur (Yavuzer, 2010, s.131). Yetişkinlerin bağlanma şekilleri de genetik yapımız ve yaşam tecrübelerimiz gibi çeşitli etmenlerle birlikte, özellikle ebeveynlerin çocuklarına nasıl davrandıklarının belirgin bir etkisi altındadır (Levine ve Heller, 2021). Aynı aileyi paylaşan çocuklar bile karşı karşıya kaldıkları ortam açısından birbirinden farklı deneyimler yaşar (Adler, 2021). Bu farklılık, ebeveynlerin çocuk yetiştirme yaklaşımlarına bağlı olarak, bireyin fizyolojik, sosyal-duygusal gelişimi ve davranışlarını etkiler (Grusec ve Davidov, 2007). Her bir çocuğun aile içindeki varoluşu bir kronolojik doğum sırasına sahiptir; bu, çocuğun ilk, ortanca, en küçük ya da tek çocuk olmasına göre belirli kişilik özelliklerine sahip olduğunu ifade eder (White, Campbell, ve Stewart, 1995). Her bir pozisyonun çocukluktan başlayarak üstlendiği farklı roller vardır ve bu rollerin nasıl yerine getirildiği, yetişkinlikteki özelliklerin temelini atar (Shulman ve Mosak, 1977). Sir Francis Galton, 1869’da bilim adamları arasında ilk doğan erkek çocukların sayısının fazlalığına dikkat çekerek doğum sırası konseptini ortaya atan ilk kişidir (Bohmer ve Sitton, 1993). Alfred Adler ise bu konsepte teorik bir bakış açısı getirmiş, aile ortamının kişilik üzerindeki etkilerini açıklamaya çalışarak bu kavramın sosyoloji, psikoloji, tıp gibi birçok disiplinde kullanılmasının öncüsü olmuştur (Feist ve Feist, 2006). Adler, kişilik gelişiminde, gerçek doğum sırasından ziyade, çocuğun bulunduğu durumu nasıl algıladığının daha önemli olduğunu ve bunu “psikolojik doğum sırası” olarak adlandırdığını belirtir (Stewart ve Campbell, 1998). Herhangi bir küçük çocuk belli bir süre “tek çocuk” olarak kalabilirken, daha sonra “ilk doğan” olarak konumlanabilir (Adler, 2021). Cinsiyet farkları nedeniyle ilk doğan çocuk göz ardı edilirse, ikinci çocuk ilk doğan özelliklerini daha fazla gösterebilir (Campbell ve ark., 1991). Bu durum, bireyler arası ilişkilere yatırım yapma ya da yapmama durumu gibi, kişinin hayatını şekillendiren psikolojik doğum sırasıyla ilişkilendirilebilecek faktörler arasındadır (White ve ark., 1997).
Aynı ailede yetişen kardeşler arasındaki ilişki dinamikleri, kişinin karakter özelliklerini şekillendirir ve doğum sırasına göre değişen sosyalleşme farklılıkları, kişilik ve davranışlardaki çeşitliliğe yol açar (Claxton, 1994). Bu dinamikler, aynı zamanda bireyin yetişkinlikteki kişilerarası ilişkilerini de etkiler (Bartholomew ve Horowitz, 1991). Bağlanma konsepti, yakınlık arayışı ve bunu sürdürme eğilimlerinin tümünü kapsar ve ilişkisel yaraların iyileştirilmesi ile nesilden nesile aktarılan döngülerin kırılmasına yönelik çabaları da içerir (Melillo ve College, 1983). Aile bireyleriyle kurulan ilişki tarzı, çocuğun başka insanlara, nesnelere ve yaşama karşı tutum ve davranışlarının temelini oluşturur (Bowlby, 1982). Yeterli sevgi ve kabul gören çocuklar, sosyal yaşamda uyum sağlayan, zor durumdaki insanlara empati gösterebilen, arkadaş canlısı ve hem kendine hem çevresine güven duyan bireyler olur (Sümer ve Güngör, 1999). Erken dönemdeki duygusal etkileşimin eksikliği, çocuğun ileri dönemlerdeki duygusal, fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimini olumsuz etkileyebilir (Yavuzer, 2010). Bowlby (1982) erken dönem bağlanma ilişkilerinin kalitesinin, diğer insanlarla güçlü ilişkiler kurma açısından önemli olduğunu ifade eder (Sümer ve Güngör, 1999). Ana bakım verenin sürekli ve tutarlı şekilde sağladığı güven ortamı, çocuğun keşfetme ve merak duygusunu güçlendirir ve yetişkinlik döneminde benimsenen bağlanma kalıplarının temelini oluşturur (Bartholomew ve Horowitz, 1991). Erken dönemde şekillenen bağlanma stilleri, yetişkinlik döneminde gelişen bağlanma davranışlarının özünü oluşturur (Hazan ve Shaver, 1987). Bir bireyin bağlanma stili, bakım veren ile bebek arasındaki ilişkiden kaynaklanır ve bu, kişinin yakın ilişkilerdeki tutum ve davranışlarını etkiler (Bartholomew ve Horowitz, 1991). Bu yüzden, bir kişinin ailesi içinde kendini nasıl konumlandırdığı, yani psikolojik doğum sırasının, yetişkinlikteki bağlanma stilleriyle bağlantılı olduğu değerlendirilmektedir.
Çocukluk çağı deneyimlerinin bireylerin tutum ve davranışlarını şekillendirmede önemli bir rol oynadığı ve yetişkinlik dönemlerindeki ilişkilere büyük etkileri olduğu bilinmektedir (Hazan ve Shaver, 1987). Bebeğin gereksinimlerinin anlaşılıp zamanında karşılanmasıyla kurulan erken dönem ebeveyn-çocuk ilişkisi, sağlıklı bir bireyin gelişimi için kritiktir (Bowlby,1982). Doğumdan itibaren ergenlik dönemine kadar, kişinin yaşamındaki en etkili unsurların ebeveyn davranış ve tutumları olduğu kabul edilir (Maccoby ve Martin, 1983; akt. Sezer, 2010). Adler’e göre, aynı aile ortamında yetişmiş olsalar dahi, her bir çocuğun farklı bireysel özelliklere sahip olmasının sebebi, ebeveynlerin her bir çocuğa doğum sırasına özel davranışlar sergilemesi ve çocukların bu davranışları kendi benzersiz yollarıyla yorumlamalarıdır (Adler, 2021). Erken dönemlerdeki ebeveyn ve bebek arasındaki etkileşimler, yetişkinlikteki ilişki dinamiklerinin belirlenmesinde önemli bir faktördür (Hazan ve Shaver, 1987). Hartshorne, Hartshorne ve Hartshorne (2009), doğum sırasının bağlanma ile olan ilişkisine dair görüşleriyle bu konudaki anlayışı desteklemektedirler. Adler, bireyin aile içindeki kardeşler arasındaki gerçek sıralamadan çok, aile içinde algıladığı konumun, yani psikolojik doğum sırasının, daha mühim olduğunu belirtmiştir, bu da kişinin kendini nasıl gördüğüyle ilgilidir (Shulman ve Mosak, 1977). Bireyler, kendi doğum sıralarını ve aile içindeki konumlarını farklı algılayabilirler (Shulman ve Mosak, 1977). Bu çalışmada, Adler’in psikolojik doğum sırası gibi önemli bir kavramı incelenmiş ve psikolojik doğum sırasının bağlanma ile olan ilişkisi detaylı bir şekilde analiz edilmiştir. Önceki araştırmalardan ayrılarak, gerçek ve psikolojik doğum sırası arasındaki farklılıkların bağlanma stilleri üzerindeki etkisi bu çalışmanın kapsamında değerlendirilmiştir. Psikolojik doğum sırasına dair yapılan çalışmaların sınırlı olması, bu araştırmanın literatüre önemli bir katkı sağlayacağını göstermektedir. Ayrıca, psikolojik doğum sırasının, bireylerin geçmiş tecrübeleri ve aile içi ilişkilerle birlikte güncel kişilerarası ilişkileri anlamada ipuçları sunması bakımından değeri büyüktür. Adleryan kuramın aile danışmanlığındaki uygulamaları uzun zamandır literatürde tartışılmakta olup, Türkiye’deki pratik çalışmaların yetersiz kaldığı belirtilmiştir (Akçabozan ve Hatipoğlu-Sümer, 2016). Kalkan (2005), yakın ilişkilere dair sosyal ilgiyi artıracak programların oluşturulup uygulanmasının gerekliliğine dikkat çekmiştir.
Bu çalışmada, çocukluk döneminde yaşanan doğum sırasının, bireylerin bağlanma stilleri üzerindeki etkisi incelenmektedir. Problem olarak, aynı aile içinde yetişen çocukların, doğum sıralarına bağlı olarak farklı karakter özellikleri ve bağlanma stilleri geliştirmesi ele alınmaktadır. Araştırmanın amacı, psikolojik doğum sırası ile bağlanma stilleri arasındaki ilişkileri belirleyerek, bireylerin çocukluk dönemindeki aile içi dinamiklerinin yetişkinlik dönemindeki ilişkilerine nasıl yansıdığını ortaya koymaktır. Bu bağlamda, farklı doğum sıralarına sahip bireylerin bağlanma stillerini ve bu stillerin kişisel ve ilişkisel yaşamlarına olan etkilerini anlamak hedeflenmektedir.
2. KURAMSAL ÇERÇEVE
2.1 Doğum Sırası
2.1.1 Doğum Sırası Kavramı
Doğum sırası konsepti, “Gerçek Doğum Sırası” ve “Psikolojik Doğum Sırası” olmak üzere iki farklı başlık altında değerlendirilebilir. Gerçek doğum sırası, bireyin ailesindeki kardeşler arasında dünyaya gelme konumunu belirtir, buna karşın psikolojik doğum sırası bireyin aile içindeki kendini algıladığı yer olarak tanımlanır (Shulman ve Mosak, 1977). Her çocuk, aynı aileye mensup olsa da karşılaştığı çevre farklılık gösterir. Adler’in belirttiği üzere, her birey bu çevrede kendine bir yer bulur (ilk, ortanca, en küçük, tek çocuk gibi) (Stewart, 2004; White ve diğerleri, 1995). Geçmiş tecrübeler, bireyin kendini nasıl konumlandırdığı üzerinde etkili olup, bu durumlar çocukların gelecekteki hayatlarını şekillendiren ve sonradan geliştirdikleri davranış ve tutumların anlaşılmasında önem taşır (Adler, 2009, s. 166). Doğum sırasının, bireysel nitelikler ve eğilimler üzerindeki etkisi sıkça araştırma konusu olmuştur. Bu bağlamda, başarıya yönelik olma, ilgi ve onay arayışı (Zweigenhaft, 1975), duygusal zekâ, tercih edilen liderlik tarzı (Tricarichi ve Jalajas, 2019), kariyer planlaması (Melillo ve College, 1983), zekâ düzeyi (Zajonc ve Salloway, 2007), uzun süreli ilişkiler kurma (Hartshorne ve diğerleri, 2009), romantik ilişkilerdeki davranış ve yaklaşımlar (McGuirk ve Pettijohn, 2008) doğum sırası ile ilişkilendirilen konular arasındadır. Alfred Adler, kişilik gelişiminde ailenin ve özellikle kardeşlerin etkisinin altını çizen ilk düşünürlerdendir (Kalkan ve Epli-Koç, 2008). Her çocuk, aile yapısına katkıda bulunur ve bu, aile içi dinamiklerin oluşumunda önemli bir rol oynar (Gander ve Gardiner, 1998; akt. Yılmaz ve Kesici, 2014). Adler, insanların doğuştan gelen yetersizlik duygusuyla mücadele ettiğini, bu durumun aşağılık kompleksi oluşturarak kişilik gelişiminde belirleyici olduğunu ifade eder (Burger, s.152). Farklı doğum sıralarına sahip bireyler, bu eksiklik hissini gidermek için çeşitli özellikler kazanır (Shulman ve Mosak,1977). Her çocuğun kardeşler arasındaki konumu, doğum sırasına özgü birtakım zorluklar getirir. Bu zorlukların oluşumunda, bireysel özellikler kadar ebeveynlerin çocuk yetiştirme yöntemleri de etkileşim içindedir (Geçtan, 1998, s. 134). Her doğum sırası, kendine has avantaj ve dezavantajlarla gelir; bu yüzden hiçbiri diğerinden üstün veya aşağı değildir (Shulman ve Mosak, 1977).
Doğum sırasıyla ilgili görüşler, kesin belirleyiciler olmaktan ziyade, yalnızca belli etkilerdir. Ebeveynlerin tutum ve davranışları da en az doğum sırası kadar mühimdir (Adler, 2021, s. 171). Adler’e göre, gerçek doğum sırası bireyin ailedeki kardeşler arasında dünyaya gelme sırasını, yani aile içindeki konumunu gösterir. Doğum sırasına göre her birey, aile içinde belirli özellikler taşır (Shulman ve Mosak, 1977). Adler’in (2000) gerçek doğum sırası hakkındaki açıklamaları, ilk çocuk, tek çocuk, ortanca çocuk ve en küçük çocuk hakkındadır. Her çocuğun gelişimi, kardeşleri arasındaki yerine bağlı olarak farklılık gösterir, her biri benzersiz bir pozisyonda büyür (Lawson ve Brossart, 2004). Kardeşler, aile içinde benzer özellikler taşısa da, dünyaya geliş sıralamalarına göre kendilerine atfettikleri anlamlar farklılık gösterir (White ve diğerleri, 1997). Örneğin, ilk çocuk ebeveynlerin ilgisinin azaldığını hissedebilir bir başka çocuk aileye katıldığında. Bu nedenle, doğum sırası, bireyin varoluşunun bir gerçeği ve toplumsal yaşamdaki konumudur (Shulman ve Mosak, 1977).
2.1.2 Psikolojik Doğum Sırası
Bireysel psikoloji, bir kişinin karakterini doğru bir şekilde yorumlamanın, onu sosyal bir çerçevede değerlendirerek mümkün olacağını ifade eder (Gençtanırım-Kurt ve Çetinkaya-Yıldız, 2020, s. 155). Psikolojik doğum sırası, bireyin ailesi içinde kendini nasıl konumlandırdığını yansıtan bir kavramdır ve karakterin şekillenmesinde etkili olan, doğum sırasının kendisi değil, bu sıranın nasıl algılandığıdır (Campbell ve diğerleri, 1991). Bireyin psikolojik olarak algıladığı doğum sırası, fiziksel olarak dünyaya geldiği sırayla aynı olmak zorunda değildir (Lohman ve ark., 1985). Mesela, geniş bir aile içinde yetişen ve ardından gelen iki çocuktan büyük olanı, eğer birlikte büyütülürlerse, bir ilk çocuk gibi hissedebilir (Stewart ve Campbell, 1998). Ebeveynler, çocukların doğum sırasına göre, her bir yeni doğan için farklı roller belirler (Shulman ve Mosak, 1977). Çocukluk döneminde ebeveyn ile çocuk arasındaki etkileşim, bireyin kendi hayatı üzerinde yön belirlemede ve çevresi hakkında oluşturduğu algıları şekillendirmede önemli bir faktördür (Bowlby, 1982). Bir ailenin en büyük çocuğu, fiziksel rahatsızlık veya zayıflık nedeniyle kendini en küçük çocuk gibi algılayabilir. Psikolojik doğum sırasının şekillenmesinde, kardeşler arası yaş farkı, çocuğun engelli olması, ailenin boşanması, bir kardeşin ölümü, üvey kardeş varlığı, ebeveynlerin çocuk yetiştirme yaklaşımları gibi bir dizi faktör etkili olabilir (Campbell ve diğerleri, 1991).
2.1.3 Doğum Sırasının Önemi ve Etkileri
Doğum sırası, aile içindeki bireylerin kendilerini nasıl gördüklerini ifade eder (White ve diğerleri, 1995). Her birey, yaşadığı özgün durumlara uyum sağlamaya çalışır. Bu uyum süreci boyunca, kişilik gelişimi gerçekleşir ve birey, yaşamının ileri dönemlerinde bu tecrübeleri kendine özgü bir yaklaşıma dönüştürür (Özdemir, Özdemir, Kadak ve Nasıroğlu, 2012). Çocuğun kişilik oluşumu, ona bakım sağlayan kişinin yaklaşımları ve davranışlarıyla şekillenir (Oktan, Odacı ve Berber-Çelik, 2014). Erken çocukluk dönemi tecrübeleri ve bakım verenin önemi üzerine ilk odaklanan Psikanalitik Teori olmuştur (Bowlby, 1988). Melanie Klein ve Bowlby gibi teorisyenler ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkinin önemini vurgulamışlardır (Mıkulincer ve Shaver, 2007). Bir insan hakkında derinlemesine bilgi edinmek, onun aile yapısı hakkında kapsamlı bilgiye ulaşabilmekle mümkündür. Aile, bireyin kişilik gelişiminde şekillendirici bir faktördür (Cüceloğlu, 2008). Çocuk, bakım verenin tutumları ve davranışları sonucunda hem kendisi hem de çevresi hakkında belirli kanaatler oluşturur. Bu algılar, yetişkin döneminde kurduğu ilişki modellerine yansır (Laursen ve Collins, 2003; akt. Kesebir ve ark., 2011). Adler, bireyin aile içindeki kendini algılama biçimi olan psikolojik doğum sırasının, fiziksel doğum sırası kadar önemli olduğunu belirtir (Stewart ve Campbell, 1998). Bazı durumlarda, ailenin büyük çocuğu kendini en küçük olarak görebilirken (Shulman ve Mosak, 1977), bazen de bir ortanca çocuk, bu yaşam tarzının özelliklerini gösterebilir (Odacı ve Kalkan, 2007; akt. Oktan ve diğerleri, 2014). Her bir çocuğun, kardeşler arasındaki konumu, benzersiz bazı etkilere yol açar ve bu etkiler hem olumlu hem de olumsuz olabilir (Adler, 2021, s. 164). Çocuklar, doğum sırasının getirdiği etkiyle, en büyükten en küçüğe ve tek çocuğa kadar farklı karakteristikler sergilerler (Gençoğlu ve Kalkan, 2015).
2.1.3.1 İlk Çocuk
Adler, ilk doğan çocuğun bir süre boyunca yaşadığı tekel konumunun çekiciliğinden bahseder (Campbell ve diğerleri, 1991). Çoğunlukla ebeveynlerin tecrübesizliği nedeniyle, bu çocuğa aşırı ilgi gösterilir; her şeyin mükemmel olmasını arzulayan ebeveynler, enerjilerini tamamen bu çocuğa verebilirler (Yazgan-İnanç ve Yerlikaya, 2009, s. 54). Bir ikinci çocuğun doğumuyla ilk çocuk tahtını kaybeden ve güç kaybına uğrayan bir konuma düşer (Hartshorne ve ark., 2009). Daha önce tüm ilgi ve destek kendisine yönelikken, yeni doğan kardeşle birlikte durumu birdenbire değişir (Adler, 2021, s.165). Bu değişiklik, ilk çocuğun otorite ve güç kaybı yaşamasına ve yaşadığı bu durumun üzüntüsüyle kaybettiği pozisyonu geri kazanmak amacıyla kardeşlerine karşı dominant bir tutum sergileme çabasına yol açar (Yörükan, 2011, s. 61). İlk çocuklar genellikle daha rekabetçi (Sulloway, 1996) ve liderlik yeteneklerine sahip olma eğilimindedir (Dreikurs, 1964; Eckstein, 1978). Bazen kardeşlerinden sorumlu tutulabilir ve bu rolü memnuniyetle yerine getirebilir (White ve diğerler, 1995). Yetişkin dönemde, kaynaklarını başkalarıyla paylaşmaktan çekinerek korumacı bir tutum sergileyebilir (Geçtan, 1988, s. 135). İlk doğan çocukların, diğer doğum sıralarına göre daha fazla sorumluluk aldıkları ve sosyal oldukları belirtilir (Dreikurs, 1964). Kendilerine güvenleri yüksek, alanlarında uzman, kardeşlerine öğütler vererek onları yönlendiren dominant karakterlere dönüşebilirler (Stewart, 2004). Aynı zamanda daha endişeli ve duygusal olarak daha az dengeli kişilik özellikleri sergileyebilirler (Çınarbaş ve Nilüfer, 2019). Eğer diğer kardeşler üzerinde söz sahibiyseler, toplumsal normlar ve kuralların güçlü bir savunucusu olabilir, otoriter ve uyumlu bir kişilik yapısına sahip olabilirler (Gençtanırım-Kurt ve Çetinkaya-Yıldız, 2020, s. 169).
2.1.3.2 Ortanca Çocuk
Ortanca çocuklar, ailedeki diğer bireylerin doğum sırasına kıyasla daha belirsiz bir konumda bulunurlar (Adler, 2021, s. 169). Rekabetçi ve hırslı olabilirler; büyük kardeşlerini geride bırakmak ve onları alt etmek için acele bir çaba içinde olabilirler (Yörükan, 2011, s.58). Büyük kardeşlerini mağlup etmek ve onların önüne geçmek için mücadele edebilirler (White ve diğerleri, 1995). Aile içinde yeteri kadar sevildiğini hissetmeyen ortanca çocuklar, kendilerini ailenin göz ardı edilen üyesi olarak görebilirler (White ve diğerleri, 1995). Kendini diğer kardeşlerinden daha az yetenekli olarak gören ortanca çocuk, asi, sabırsız ve umutsuz bir kişilik geliştirebilir (Yörükan, 2011, s. 58). Kendinden büyük bir kardeşin varlığıyla, sevgiyi onunla paylaşmak zorunda kalan ortanca çocuk, sosyal ilişkilerde paylaşımı öğrenebilir (Adler, 2021, s. 169). Sıklıkla, büyük kardeşlerinin başarılarını takip ederek ve onlara yetişmeye çalışarak, kendilerini bir rekabet içinde bulabilirler (White ve diğerleri, 1995). Kendinden önceki büyük ve kendinden sonra gelen küçük kardeşi arasında sıkışıp kalmış ortanca çocuk, bu iki taraflı zorlukları aşmaya çalışırken, hayatı adaletsiz bir yer olarak algılayabilir (Dreikurs ve Soltz, 1964; akt. Gfroerer, Gfroerer, Curlette, White ve Kern, 2003). Ebeveynlerin ilk çocukla karşılaştırıldığında ortanca çocuğa daha yumuşak davrandıkları gözlemlenebilir. Bu yüzden, ortanca çocuklar genellikle otoriteyle sorun yaşamazlar (Geçtan, 1988, s. 136).
2.1.3.3 Küçük Çocuk
Aile içinde en küçük olan çocuk, genellikle ailenin bebeği olarak kabul edilir ve onun her talebine anında yanıt verilen bir konumda olabilir (White ve diğerleri, 1995). Kendinden büyük kardeşlerin yaşadığından farklı bir aile ortamına doğar ve sürekli ilgi göreceği bir ortamda büyüyeceğini düşünerek her isteğinin karşılanacağı bir durumda bulunabilir (White ve diğerleri, 1995). Ebeveynlerin en küçüğe gösterdiği aşırı ilgi ve sevgiyle büyüyen bir ortam hakimdir (Adler, 2009, s. 159). Adler’e (2010) göre, en küçük çocuk, diğer kardeşler yetişkinliğe adım atarken, ailesinin desteğine en çok muhtaç olduğu zamanı yaşar. Hiç kimsenin güvenmediği, başarıya ulaşabileceğine inanılmayan bir pozisyonda kendini ispat etmeye çalışır. Ailedeki herkes ondan daha güçlüdür (Burger, 2016, s.155). Bu yüzden, kendini herkesin üstünde görmek isteyen ve sadece bu şekilde memnuniyet duyan bir kişilik geliştirebilir (Yörükan, 2011, s. 85). Hayatının başından itibaren ebeveynlerin ve büyük kardeşlerin koruması altında, sorumluluktan kaçınan bir yapıya sahip olabilir (Kalkan ve Odacı, 2010). Bağımlılığa meyilli bir kişilik yapısı oluşturabilir (Shulman ve Mosak, 1977). Kendini savunma yolları arayışı içinde, daha atılgan olma ve sosyal destek arama eğiliminde olabilir. Araştırmalar, en küçük çocuğun daha dışa dönük, endişeden uzak, sevecen ve ikna kabiliyeti yüksek olduğunu göstermektedir. Ailenin neşe kaynağı olurken tüm ilginin merkezinde olabilir (White ve diğerleri, 1995). Yeni deneyimlere karşı daha açık ve genel olarak daha asi bir tavır sergileme eğilimindedir (Hartshorne ve diğerleri, 2009).
2.1.3.4 Tek Çocuk
Tek çocuk olmak, aile içinde bazı yarar ve sakıncaları beraberinde getirir (Oktan, Odacı ve Çelik, 2014). Tüm ebeveyn ilgisi, dikkati ve kaynaklarını üzerine çeken tek çocuk, paylaşım ve işbirliği becerilerini geliştiremeyebilir (Shulman ve Mosak, 1977). Ebeveynleri tarafından dünyanın merkezi olarak görülen tek çocuk, abartılı bir özsaygıya sahip olabilir. Tek çocuklar, ebeveynlerinin geleceğe yönelik tüm umutlarını üstlenmek zorunda kalabilirler. Çevrelerindeki kişiler genellikle yetişkinler olduğu için, çocuklar erken yaşta olgunlaşabilirler (Gençtanırım-Kurt ve Çetinkaya-Yıldız, 2020, s. 170). Tek çocukların, başkalarına aşırı bağımlı tutumları, daha sonraki dönemlerde tek başına hareket edememe ve onay arayışı içinde karar verme güçlükleriyle ilişkilendirilebilir. Sosyal davranışları genelde başkalarını memnun etmeye yöneliktir (Shulman ve Mosak, 1977). Tek çocuğun, rekabet edebileceği kardeşi bulunmadığı bir ortamda yaşar (Shulman ve Mosak, 1977). Ailesi tarafından ona daha fazla zaman ayrılır ve her isteği yerine getirilir (Ansbacher ve Ansbacher, 1956; akt. Bozkuş ve Gündüz, 2018). Bu, kişinin sürekli ilgi ve takdir arzusuyla ilişkili olarak, insanlar arası ilişkilerde zorlanmasına yol açabilir (Yörükan, 2011, s. 59). Hızla sıkılan ve tatmin olmayan tek çocuğun memnun edilmesi güç olabilir (White, 2004). Uyumsuz olduğu durumlarda, sosyal çevrelerde tercih edilmeyen ve dışlanabilen bir duruma düşebilir. Diğer taraftan, tek çocuklar, kardeşleri olan çocuklara göre daha işbirlikçi ve olgun davranışlar sergileyebilir. Akademik ve entelektüel alanlarda kardeşli çocuklara göre daha üstün durumda olabilirler (Kirkcaldy, Furnham ve Siefen, 2009). Ebeveyn tarafından sevgisizlik hissi taşınan tek çocuk için değersiz ve istenmeyen olmak, büyük bir risk taşıyabilir (Adler, 2021, s. 175). Yalnız büyüyen tek çocuk, sosyal becerilerini geliştirmek için gereken etkileşimden mahrum kalabilir (Geçtan, 1988, s. 136). Eleştiriden hoşlanmaması, okul ve meslek hayatında uyum sorunları yaşamasına neden olabilir. Bu sorunun kökeninde, tek çocuk olmanın yanı sıra yanlış ebeveyn yaklaşımlarının da etkili olduğu düşünülebilir (Kocatürk, 2020, s.6).
2.1.4 Psikolojik Doğum Sırası Üzerine Yapılan Araştırmalar
Psikolojik doğum sırasıyla ilgili yapılan araştırmalar, elde edilen sonuçların çeşitlilik gösterdiğini ortaya koymaktadır. Literatüre göz attığımızda, psikolojik doğum sırasının bireyin psikolojik refahıyla ilgili faktörlerle nasıl ilişkilendirildiği incelenmiştir. Araştırmalar, psikolojik doğum sırasının alt boyutları olan ortanca çocukların psikolojik doğum sırasıyla yılmazlık (Ergüner-Tekinalp ve Terzi, 2016), affetme seviyeleri ve öz-şefkat (Çakır ve Yavuz-Güler, 2020) arasında ters orantılı bir ilişki bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca, ortanca çocukların psikolojik doğum sırasıyla stresle mücadele yöntemlerinden kendine güvenli yaklaşım arasında ters orantılı, çaresiz ve boyun eğici yaklaşım stilleri arasında ise doğru orantılı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Büyük çocukların psikolojik doğum sırasıyla stresle başa çıkma stratejilerinden kendine güvenli, iyimser ve sosyal destek arayışı arasında pozitif bir ilişki olduğu görülmektedir. Oktan, Odacı ve Berber-Çelik’in 2014 yılındaki çalışmasında, ortanca çocukların psikolojik doğum sırasıyla psikolojik direnç arasında pozitif bir ilişki olduğu belirlenmiştir. 2015 yılında lise öğrencileri üzerinde yapılan bir çalışmada Gençoğlu ve Kalkan, psikolojik doğum sırasıyla iyimserlik seviyesi arasındaki ilişkiyi değerlendirmişlerdir. Bulgular, büyük ve küçük çocukların psikolojik doğum sırasına sahip bireylerin iyimserlik düzeylerinin daha az, ortanca ve tek çocukların psikolojik doğum sırasına sahip bireylerin ise daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Kişilerarası ilişkiler üzerine yapılan çalışmalarda da psikolojik doğum sırasının önemi vurgulanmıştır. Kayacı ve Özbay’ın (2016) çalışmasında, ortanca çocukların psikolojik doğum sırasıyla sosyal ilginin negatif yönde, büyük ve küçük çocukların psikolojik doğum sırasıyla ise pozitif yönde ilişkili olduğu bulunmuştur. Yöntem, Öktem ve Artuç’un (2017) çalışmasında büyük, ortanca ve tek çocukların psikolojik doğum sırasının özgecilikle negatif yönde, küçük çocukların psikolojik doğum sırasıyla ise pozitif yönde ilişkili olduğu gözlenmiştir. Romantik ilişkilerdeki davranış ve tutumlarla (McGuirk ve Pettijohn, 2008) ilişkide, ortanca çocuk psikolojik doğum sırasına sahip katılımcıların diğerlerine kıyasla daha yüksek düzeyde romantik kıskançlık rapor ettikleri, küçük çocuk psikolojik doğum sırasına sahip katılımcıların ise partnerlerine yönelik daha yüksek düzeyde romantik aktarım bildirdikleri saptanmıştır2005 yılında Kalkan, psikolojik doğum sırasının irrasyonel ilişki inançlarıyla olan ilişkisini incelemiştir. Bu çalışmada, büyük çocuk psikolojik doğum sırasına sahip bireylerin daha az irrasyonel ilişki inançlarına sahip olduğu, ortanca çocuk psikolojik doğum sırasına sahip bireylerin ise daha fazla irrasyonel ilişki inancı geliştirdiği belirlenmiştir. Kalkan ve Odacı’nın (2010) araştırmasında ise psikolojik doğum sırası ve ebeveyn bağlanma örüntüsü arasında farklı ilişkiler bulunmuştur: büyük çocuk psikolojik doğum sırasıyla koruma arasında negatif, ortanca çocuk psikolojik doğum sırasıyla ilgi/kontrol arasında negatif, küçük çocuk psikolojik doğum sırasıyla ilgi/kontrol arasında pozitif ve tek çocuk psikolojik doğum sırası durumunda tüm alt ölçeklerde negatif ilişkiler tespit edilmiştir. Ayrıca, psikolojik doğum sırasının akademik başarı (Melillo ve College, 1983), mükemmeliyetçilik (Ashby, LoCicero, Kenny, 2003), yaşam tarzı (White ve diğerleri, 1995; Gfroerer ve diğerleri, 2003) ve liderlik tarzı (Bozkuş ve Gündüz, 2018) gibi çeşitli konularla ilişkili olduğu araştırmalarla ortaya konmuştur. Sonuç olarak, bireyin aile içindeki ilişkileri algılama biçimi ve ebeveynlerden aldığı sağlıklı ilgi ve kabul, kişinin kendisi ve çevresi hakkında oluşturduğu algılar üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bu durum, meslek seçiminden sağlıklı ya da sağlıksız davranış kalıplarına kadar birçok alanda belirleyici olabilir.
Lohman ve ark. (1985) tarafından gerçekleştirilen çalışma, bu alanda yapılan ilk önemli araştırma olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmada, yüz yetmiş çocuğun katılımıyla kardeşler arasındaki doğum sırası psikolojik açıdan analiz edilmiştir. Sonuçlar incelendiğinde, psikolojik doğum sırası ile gerçek doğum sırası arasında belirgin farklılıklar olduğu bulunmuştur. Araştırmaya katılan en büyük çocukların %80’inin psikolojik olarak da büyük çocuk rolünü benimsediği gözlemlenmiştir. Karakter özellikleri açısından, büyük çocukların kendilerini ortanca çocuklara göre daha sosyal ve iyi tanımlayan bir konumda oldukları sonucuna varılmıştır. En küçük çocuklar ise kendilerini genellikle şımarık ve aileden ayrı bir pozisyonda nitelendirmişlerdir.
Ekşi, Sevim ve Kurt’un (2016) yaptığı 264 üniversite öğrencisi üzerindeki çalışma ise, yetişkinlikteki bağlanma biçimlerinin yetersizlik ve psikolojik doğum sırası ile olan ilişkisini incelemiştir. Sonuçlar incelendiğinde, kaçınmacı bağlanma stilinin büyük çocuk psikolojik doğum sırası ile pozitif, küçük çocuk psikolojik doğum sırası ile ise negatif yönde anlamlı bir ilişkisinin olduğu tespit edilmiştir. Tek çocuk olma psikolojik doğum sırasının ise kaygılı bağlanma ve yetersizlik duygusu ile pozitif yönde anlamlı bir ilişki içinde olduğu bulunmuştur. Bu araştırmanın bulguları değerlendirildiğinde, bireyin kendine yönelik değerlendirmeleri ile aile içinde kendisini konumlandırdığı pozisyonun ve bağlanma stillerinin yetişkin yaşamındaki ilişkiler üzerinde belirleyici olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Campbell, Stewart ve Stewart (2001) tarafından yürütülen ve kişilik özellikleri ile psikolojik doğum sırası arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmada, büyük çocuk psikolojik doğum sırasının dürtü kontrol eksikliği ile negatif yönde, düzenli olma, başarı odaklılık ve baskınlık ile ise pozitif yönde anlamlı bir ilişkiye sahip olduğu ortaya konulmuştur.
Campbell, Stewart ve White (1991) tarafından 556 üniversite öğrencisi ve mezun üzerinde gerçekleştirilen araştırmada, psikolojik doğum sırası ile gerçek doğum sırası arasındaki ilişki incelenmiştir. Bu çalışmada White-Campbell Psikolojik Doğum Sırası Envanteri kullanılmış ve sonuçlar, gerçek doğum sırası ile psikolojik doğum sırası arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermiştir. Verilere göre, katılımcıların %39’unun gerçek doğum sırası ile psikolojik doğum sırası aynı iken, %61’inde bu iki sıranın farklılık gösterdiği belirlenmiştir.
Kalkan ve Koç (2008) tarafından yapılan ve 436 üniversite öğrencisinin katıldığı bir diğer araştırmada ise, psikolojik doğum sırası ile stresle başa çıkma stratejileri arasındaki ilişki ele alınmıştır. Bulgulara göre, büyük çocuk ve ortanca çocuk psikolojik doğum sıralarının, boyun eğici yaklaşım, kendine güvenli yaklaşım, sosyal destek arama, iyimser yaklaşım ve çaresiz yaklaşım gibi stresle başa çıkma stratejileri ile anlamlı ilişkileri olduğu saptanmıştır. Küçük çocuk psikolojik doğum sırası ile boyun eğici, kendine güvenli ve iyimser yaklaşımlar arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür. Ayrıca, tek çocuk psikolojik doğum sırası ile kendine güvenli, iyimser, çaresiz ve boyun eğici yaklaşımlar arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur.
Kalkan ve Odacı (2010) tarafından 193 üniversite öğrencisinin katılımıyla gerçekleştirilen araştırmada, doğum sırasının ana babaya bağlanma örüntüleriyle ilişkisi incelenmiştir. Araştırmanın bulguları, psikolojik doğum sırası ile ana babaya bağlanma örüntüleri arasında anlamlı bir ilişkinin bulunduğunu göstermiştir. Ayrıca, psikolojik doğum sırasının, ana babaya bağlanma örüntüsünün anlamlı bir yordayıcısı olduğu sonucuna varılmıştır.
Yöntem, Öktem ve Artuç (2017) tarafından yapılan ve 462 lise öğrencisinin katıldığı çalışmada, psikolojik doğum sırası ile özgecilik arasındaki ilişki ele alınmıştır. Sonuçlar incelendiğinde, hem erkeklerde hem de kadınlarda küçük çocuk psikolojik doğum sırasının özgeciliğin yordayıcısı olduğu ortaya çıkmıştır. Küçük çocukların, başkalarının onayını alma motivasyonu olmadan yardım davranışı sergiledikleri ve bu davranışta çıkar gözetmedikleri belirlenmiştir. Buna karşılık, büyük çocuk, ortanca çocuk ve tek çocuk psikolojik doğum sıralarının özgeciliği yordamadığı sonucuna varılmıştır.
Gfroerer ve ark. (2003) tarafından gerçekleştirilen 125 kız öğrenci üzerinde yapılan çalışmada, psikolojik doğum sırası ile yaşam tarzı arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışmanın bulguları, bireylerin algıladıkları psikolojik doğum sırası ile yaşam tarzı arasındaki ilişkinin, gerçek doğum sırası ile yaşam tarzı arasındaki ilişkiden daha güçlü olduğunu göstermiştir.
Ashby, Locicero ve Kenny (2003) tarafından yapılan ve 136 üniversite öğrencisinin katıldığı araştırmada, psikolojik doğum sırası ile çok boyutlu mükemmeliyetçilik arasındaki ilişki incelenmiştir. Sonuçlara göre, ortanca çocuk psikolojik doğum sırasının uyumsuz mükemmeliyetçilik ve mükemmeliyetçi olmama ile anlamlı bir ilişkiye sahip olduğu belirlenmiştir. Küçük çocuk psikolojik doğum sırasının ise mükemmeliyetçi olmama ile anlamlı bir ilişki gösterdiği bulunmuştur. Buna karşılık, büyük çocuk ve tek çocuk psikolojik doğum sıralarının mükemmeliyetçilik boyutları ile anlamlı bir ilişkiye sahip olmadığı ortaya çıkmıştır.
Dede (2015) tarafından iki yüz yetişkin üzerinde yapılan çalışmada ise, psikolojik doğum sırasının bireyci, toplulukçu ve ilişkisel benlik tipleri üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Araştırma sonuçları, büyük çocuk psikolojik doğum sırası ile ilişkisel benlik tipi arasında pozitif bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca, küçük çocuk psikolojik doğum sırası ile toplulukçu benlik tipi ve tek çocuk psikolojik doğum sırası ile toplulukçu benlik tipi arasında da pozitif ve anlamlı ilişkiler tespit edilmiştir.
2.2 Bağlanma Kavramı
2.2.1 Bağlanma Kuramı
Bağlanma teorisi ilk defa John Bowlby tarafından, bireyin başkasıyla olan aidiyet ve güven arayışından kaynaklanan duygusal ilişkiyi açıklamak için geliştirilmiştir (Ainsworth vd. 1978, s. 13). İlk yaşlarda bebek ile ona bakım sağlayan kişi arasında kurulan bu ilişki, kişinin ileri yaşlardaki öz imajı ve sosyal ilişkilerine şekil verir (Hazan ve Shaver, 1987; Bartholomew, 1990). Bowlby, bağlanma teorisinin temellerini Freud’un dürtü teorisi üzerine kurmuş, ancak Freud’un aksine bireyin sadece bilinçaltı ihtiyaçlarını karşılayan bir yapı olmak yerine, kendi ihtiyaçlarını belirleyebilen bağımsız bir birey olduğunu savunarak Freud’dan ayrılmıştır. Neo-Freudyenler, Freud’un zihinsel enerji modelini benimseyerek, bireyi ilişkisel öneminin de altını çizerek psikososyal bir perspektiften ele almışlardır. Bu perspektif, erken dönem anne-bebek ilişkisinden temel alır (Tüzün ve Sayar, 2006). İkinci Dünya Savaşı sonrası, Tavistock Kliniği’nde tedavi gören ve ebeveyn ziyaretine izin verilmeyen çocuklar üzerinde yaptığı gözlemlerle, Bowlby bağlanma teorisinde bakım veren ile bebek arasındaki ilişkinin duygusal düzenleme yönüne odaklanmıştır (Ainsworth ve Bowlby, 1991). Çalışması, bebeğin ilk yaşam tecrübesinin nasıl içselleştirildiğine dair önemli bilgiler sunmuş, anne eksikliği çeken çocukların yetişkinlikte kendi çocuklarına yeterince bakamayacak kişiler olduğunu göstermiştir. Bowlby (2014), bağlanma sorunlarının nesiller arası nasıl geçtiğine dair konulara ilgi duymuştur ve ona göre bağlanma davranışı, tüm canlılarda bulunan doğal bir sosyal eylemdir. Harlow’un maymunlar üzerinde yürüttüğü çalışma, bu tezi destekler niteliktedir (Arslan ve Teze, 2016). Harlow, bebek maymunları, süt sağlayan tel bir anne ile süt sağlamayan ama yumuşak kumaşla kaplı bir anne figürünü aynı odada test etmiş ve bebek maymunların süt sağlayan tel anneden sadece beslenmek için yararlandıklarını, beslendikten sonra hemen yumuşak kumaşla kaplı anne figürüne döndüklerini bulmuştur (Karen, 1998). Aynı zamanda, anneleri olmadan büyütülen maymunların zamanla içe dönük hale geldiklerini ve sosyal ilişkilerde sorunlar yaşadıklarını saptamıştır (Tüzün ve Sayar, 2006).
Bağlanma teorisi, ilk kez John Bowlby tarafından geliştirilerek, bireylerin başkalarıyla güvenlik ve aidiyet hissi nedeniyle oluşturdukları duygusal ilişkiyi tanımlamıştır (Ainsworth vd., 1978, s. 13). Bebeklik döneminde, bakım veren ile kurulan ilişki, ileri yaşlardaki öz imaj ve sosyal bağları şekillendirir (Hazan ve Shaver, 1987; Bartholomew, 1990). Bowlby, Freud’un dürtü teorisinin temelleri üzerine bağlanma kuramını inşa etmiş, ancak bireyin sadece bilinçaltı ihtiyaçlarına hizmet eden bir yapı olmaktan öte, kendi ihtiyaçlarını belirleyebilen bağımsız bir varlık olduğunu savunarak Freud’dan ayrılmıştır. NeoFreudyenler, Freud’un mental enerji modelini alarak insanı, ilişkisel boyutunun da altını çizerek psikososyal bir perspektiften değerlendirmişlerdir. Bu görüş, ilk anne-bebek ilişkisine dayanır (Tüzün ve Sayar, 2006). İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Tavistock
Kliniği’nde ebeveyn ziyaretlerine izin verilmeyen çocuklar üzerinde yapılan gözlemlerle, Bowlby bağlanma teorisinde, bakım veren ile bebek arasındaki ilişkinin duygusal düzenleme işlevine dikkat çekmiştir (Ainsworth ve Bowlby, 1991). Bu çalışma, bebeklerin ilk hayat tecrübelerinin nasıl içselleştirildiğine dair önemli bilgiler sunarak, anne eksikliği yaşayan çocukların yetişkinlikte kendi çocuklarına yeterli bakım sağlayamayacak bireyler haline gelebileceğini ortaya koymuştur. Bowlby (2014), bağlanma sorunlarının nesiller arası aktarımıyla ilgilenmiş ve bağlanma davranışının, tüm canlılarda doğal olarak bulunan sosyal bir davranış olduğunu belirtmiştir. Harlow’un maymunlar üzerinde yaptığı çalışma, bu tezi desteklemektedir (Arslan ve Teze, 2016). Harlow, bebek maymunları bir telden ve süt veren anneden süt vermeyen ama yumuşak kumaşla kaplı başka bir anne figürüyle bir araya getirmiş ve bebek maymunların süt için tel anneden yararlandıktan sonra, beslendiklerinde kumaş kaplı anneye döndüklerini gözlemlemiştir (Karen, 1998). Ayrıca, annelerinden ayrı büyütülen maymunların zamanla sosyal ilişkilerde yetersiz kaldıklarını ve içe kapandıklarını saptamıştır (Tüzün ve Sayar, 2006).
Nesne ilişkileri kuramı, çocuğun yaşamındaki önemli kişilerle olan ilişkilerini araştırır ve bu ilişkiler sonucunda oluşan, kişiliği biçimlendiren zihinsel temsilleri incelemeye odaklanır (Bowlby, 1982). Anne ve çocuk arasındaki deneyimler çocuğun zihninde kodlanır ve sonrasında öz ve diğerine ilişkin zihinsel temsiller olarak saklanır (Uluç, Tüzün, Haselden ve Piri-Erbaş, 2015). Nesne ilişkileri kuramcılarından Melanie Klein (1986) insan davranışlarının, sevgi ve bağlanma ihtiyacı ile şekillendiğini öne sürmüştür. Ona göre, bu davranışlar, bilinçdışı çatışmaların, baskılanmış dürtülerin ve içselleştirilmiş kişiler sonucunda meydana gelir. Çocukların erken dönemdeki yakın ilişkileri, zihinlerinde oluşturduğu temsiller aracılığıyla, kişilerarası ilişkiler kurma ve sürdürme yeteneklerini etkiler, bu nedenle bir kişinin iç dünyasını anlamak için bu temsiller önemlidir. Kişinin ilişkilerdeki tüm bireylere yönelik duyguları, düşünceleri ve davranışları üzerinde bu temsiller etkili olur (Hazan ve Shaver, 1987; Bartholomew ve Horowitz, 1991). Eğer bebek, ihtiyaç duyduğu anda annesi tarafından karşılanmazsa, içselleştirilen nesne kötü nesne olarak kodlanır ve güvensizlik hissi oluşur. Temel ihtiyaçları yeterince karşılandığında ise, iyi bir nesne imajı oluşturur ve bu imaj hayatı boyunca sürer (Klein, 1986). Winnicot, “Yeterince iyi anne” kavramıyla, bebeğin yalnız olmadığını vurgulayıp Klein’ın teorisini genişletmiştir. Bebek, annesinin desteğiyle dış dünyayı anlamaya başlar. Anne, “kucaklayıcı çevre” yaratarak, zamanla bebeğin güven duygusunun gelişimine katkı sağlar (Winnicot, 2018). Nesne ilişkileri okulunun bir üyesi olan Bowlby, Klein’dan farklı olarak, çevresel faktörlerin psikolojik gelişimdeki rolüne de dikkat çeker (Lewis, 2002). Bowlby’ye göre, çocuğun sosyal yetenekleri, annesiyle olan ilişkisinden ayrı düşünülemez (Bowlby, 2013, s. 10). Bebeğin, yakınlık arama eğilimi doğuştan gelir ve bakım verenin ulaşılabilirliği ve olası tepkilerine ilişkin bilişsel şemalar oluşturur (Bowlby, 1958; akt. Kesebir ve diğerleri, 2011). Bowlby, zihinsel temsil anlayışını ‘İçsel Çalışan Modeller’ olarak adlandırmıştır. Bu model, bireyin olayları algılama şekline göre gelecekteki tahminlerini, dünya ve kendi yerine dair görüşlerini temsil eder. İÇM, bebeğin ihtiyaç duyduğu anda bağlanma nesnesine ulaşma, kendisine ve çevresine güvenme ve tehditkar bir durumda kendini koruyabilme bilgilerini içerir (Bowlby, 2014, s. 255). Amidon (2008), bireylerin partnerleriyle olan ilişki tatminlerinin erken dönem olumsuz ebeveyn ilişkilerinden etkilendiğini, güvensiz bağlanmanın artmasıyla ilişki tatminlerinin azaldığını, aldatma riskinin yükseldiğini ve ilişkilerin daha kısa sürdüğünü bulmuştur. Deveci (2021) ise, bireylerin yetişkinlikteki romantik ilişki, cinsel işlev ve cinsel tatminlerinin, erken dönemde bakım veren ile olan ilişkileriyle ilişkili olduğunu bulmuştur. Bu çalışmalar, bireylerin yakın ilişki deneyimlerinin nesne ilişkileriyle ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Çocukluk döneminde kurulan ilk nesne ilişkileri, öz algısının gelişimini etkiler ve kendine ve diğerlerine dair oluşturulan olumsuz görüşler nesne ilişki kalitesini düşürür (Koçak, 2019), çocukluğunda ailesiyle tatmin edici bir ilişki kuramayan kişilerin ileri yaşlarda daha fazla yalnızlık hissettiği gözlemlenmiştir (Hojat, 1982). Bu görüş, bakım veren ile bebek arasındaki etkileşimin uyumlu olması gerektiğini ve kurulan ilişkinin türünün (bağlanma stilinin) yetişkin ilişkilerini etkilediğini belirten John Bowlby ile paralellik göstermektedir (Bowlby, 2013, s.19). Bağlanma teorisinin temel vurgusu, bu erken dönem anne-bebek deneyimlerinin, romantik ilişkilerimizde önceden belirlenmiş bir şekilde hareket etmemize neden olan özellikleri şekillendirdiğidir (Levine ve Heller, 2021, s. 24). Hazan ve Shaver (1987), çocukluk döneminde oluşturulan bağlanma stillerinin yetişkinlikte kurulan romantik ilişkilerdeki bağlanma stilleriyle benzerlikler taşıdığını ve bu bağlamda ilişki deneyimlerinin çeşitlenebileceğini belirtmiştir. Bu, teorinin yetişkin bireylere ve ilişkilerine uyarlanmasını sağlamıştır.
2.2.2 Erken Bebeklik ve Çocukluk Döneminde Bağlanma
Yeni dünyaya gelen bir bebek, varoluşunun ilk anlarından itibaren annesi veya onun yerini alan bakım verenlerle iletişim kurar (Shaver ve Clark, 1994). Çocuk, Freud’un psikoseksüel evrim teorisine göre, libidinal enerjiyi, yani yaşam enerjisini, bakım verenine yönlendirir (Aydın, 2015). Yaşamın sonraki safhalarında, bu etkileşim, bakım verenle olan ilişkiye diğer önemli kişiler de dahil olmak üzere devam eder (Ahmad, Jahan, ve Imtiaz, 2016). Bebek için başlangıçtaki temel gereksinim, açlığın giderilmesi ve fiziksel rahatsızlıkların hafifletilmesi olsa da, bu dönemde çevreye karşı geliştirilen güven ve güvensizlik hislerinin temelleri atılmaktadır (İşgör, 2017). Bireyin kendine olan güveni de, çocukluk döneminde çevresine duyduğu güvenle başlar (Geçtan, 2002). John Bowlby’ye göre, bağlanma, bireyler arasında gelişen kalıcı psikolojik bir bağdır. Bu bağ, bebeği anneye bağlı tutar ve böylece bebeğin hayatta kalma şansını artırır (Ahmad ve diğerleri, 2016). Hayatın ilk yıllarında kurulan anne-bebek ilişkisinin kalitesi, sonraki dönemlerdeki bağlanma biçimini belirler. Bakım verenle çocuk arasındaki bağlanma, çocuğun kendini güvende hissetmesini ve çevresine merakla yönelmesini sağlar (Bowlby,1982). Anne-bebek arasındaki ilişkinin aşırı koruyucu veya ilgisiz olması, çocukların kişilerarası ilişkilerinin kalitesini etkileyen önemli bir faktördür. Böylece, sağlıksız bir bağlanma modeliyle büyüyen çocuklarda, bağlanma sorunları ve psikopatolojik bozuklukların görülme olasılığı yükselir (Bowlby, 1988). Doğumlarından itibaren, bebekler duyarlı bir bakım verici aracılığıyla dünyada karşılaşabilecekleri tehlikeleri, bu tehlikelere karşı kötü hissetme olasılıklarını ve duygularını ifade ettiklerinde nitelikli yardım alabileceklerini öğrenirler. Bu içselleştirmeyle, bebeğin zihninde güvenli bir üs senaryosu oluşur (Waters ve Waters, 2006). Bebeğe sürekli olarak verilen bakım, kişide değerli ve sevilebilir bir benlik algısının oluşumuna önemli katkıda bulunur. Kendilik değeri, uyum sağlama, yardım etme ve yardım isteme eylemlerine yönelik tutumlar ve algılar, bağlanma temsilleri ile bağlantılıdır. Bu bakımın sürekliliğindeki kesintiler, bebeğin gelişiminde, fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal alanlarda gerilemelere yol açabilir. Bağlanma figürlerinin varlığına yönelik tehditler, çocukları ileride depresyon, anksiyete, saldırganlık ve yakın ilişkilerde duygusal bozukluklara daha açık hale getirir (Kobak ve Madsen, 2008). Bowlby’ye (1973) göre, hayatın ilk dönemlerinde oluşan öz ve diğerlerine dair zihinsel temsiller, bireyin yeni ilişki ve deneyimlerini nasıl etkileyeceğinin temelini oluşturur. Anne ile bebek arasındaki ilişki, başlangıçta bebeğin biyolojik sürekliliğine katkıda bulunurken, zamanla bu etkileşimin kalitesi bebek tarafından içselleştirilir ve hayatının her yönünü yönlendirir (Mıkulincer ve Shaver, 2007). Bireylerin bağlanma stilleri, çocuklukta şekillenir ve aile ile kurulan etkileşim, kişilik gelişiminin temelini atar. Ayrıca, yetişkin yaşamındaki inanç ve beklentileri, duygu düzenleme yöntemlerini etkilemede önemli bir rol oynar (Sarı ve Korkut-Owen, 2016).
2.2.3 Bağlanma Stilleri
Yeni dünyaya gelen bebekler, yaşamlarının ilk anlarından itibaren anneleri veya yerine geçen bakım sağlayıcıları ile etkileşim içerisine girerler (Shaver ve Mıkulincer, 2002). Bu ilişki, Freud’un psikoseksüel evre teorisinde bahsedilen libidinal enerjinin, bakım verene yönlendirilmesiyle gelişir (Aydın, 2015). Yaşamın ileri dönemlerinde, bu ilişkiye yeni kişilerin eklenmesiyle etkileşim devam eder (Ahmad, Jahan, ve Imtiaz, 2016). Bebek için ilk ihtiyaçları, açlık gibi fiziksel rahatsızlıkların giderilmesidir, ancak bu süreçte çevreye karşı güven ve güvensizlik duygularının temelleri de oluşmaktadır (İşgör, 2017). Bireyin kendisine olan güveni, çocukken çevresine duyduğu güvenle temellendirilir (Geçtan, 2002).
John Bowlby, bireyler arasında gelişen kalıcı psikolojik bağları açıklamak amacıyla bağlanma teorisini geliştirmiştir. Bu teori, bebeklerin ana bakım verenleri ile kurdukları bağı anlatır ve bağlanma stilleri arasındaki bireysel farklılıkları kaygı, kaçınma ve güvenlik boyutlarında açıklar (Ahmad ve diğerleri, 2016). Bir çocuğun bakım verenden ayrıldığında gösterdiği huzursuzluk tepkisi, annesiyle güvenli bir bağ kurduğunun bir işareti olarak kabul edilir (Ainsworth vd., 1978). Annenin duygusal ihtiyaçlara hassas bir yaklaşım sergilemesi, güvenli bir bağlanmanın temelini oluşturur (Özer, 2018). Ainsworth, Bleher, Waters ve Wall (1978), “Yabancı Ortam” deneyinde, çocukların bağlanma stillerini güvenli, kaygılı/kararsız ve kaçınan olarak üç farklı grupta sınıflandırmışlardır. Bu deney, çocukların bakım verenlerinden periyodik olarak ayrıldıkları ve bir yabancıyla bir arada bulundukları durumları içerir. Anneyi tekrar gördüklerinde sıcak bir karşılama gösteren ve annenin varlığıyla hemen sakinleşen bebeklerin güvenli bağ kurduğu, anneleri döndüğünde ne yapacağını bilemeyen ve rahatlamada zorlanan çocukların kaygılı/kararsız bağ kurduğu; anneden ayrıldığında tepkisiz kalan bebeklerin ise kaçınan bağ kurduğu tespit edilmiştir (Gümüş ve Güler, 2018). Bu çalışma, güvenli bağlanan çocukların, bakım verenlerinin desteğiyle olumsuz duygularını yönetebildiğini, güvensiz bağlanan çocukların ise olumsuz duygularını dağıtmak için annelerine başvurmadıklarını ve onlara güvenmediklerini ortaya koymuştur (Ainsworth ve diğerleri, 1978).
Bowlby’nin (1973) İÇM konseptine dayanarak, romantik ilişkilerde “Dörtlü Bağlanma Modeli” (DBM) tanımlanmıştır. Bu model, güvenli, saplantılı, kayıtsız/kaçınan ve korkulu/kaygılı olmak üzere dört farklı bağlanma biçimini kapsar. Güvenli bağlanma, bireyin kendisi ve çevresi hakkında olumlu algılara sahip olduğu durumken, saplantılı bağlanma, bireyin kendine dair olumsuz, çevresine dair olumlu algılara sahip olduğu durumdur. Kayıtsız/kaçınan bağlanma, bireyin kendine dair olumlu, çevresine dair olumsuz algılara sahip olduğu ve korkulu/kaygılı bağlanma, hem kendine hem de çevresine dair olumsuz algılara sahip olduğu durumdur (Bartholomew ve Horowitz, 1991).
Güvenli bağlanmış bireyler, çevrelerindeki insanların güvenilir ve destekleyici olduğuna inanırken, saplantılı bağlanmış bireyler, sürekli onay ihtiyacı duyar ve bu, ilişkilerinde sürekli endişe yaşamalarına yol açar. Korkulu bağlanma stiline sahip kişiler, hem kendilerini hem de çevrelerindeki diğer kişileri değersiz buldukları için iletişim kurmaktan kaçınır ve bu nedenle iletişim sorunları yaşar. Kayıtsız/kaçınan bağlanma stiline sahip bireyler, bağımsızlığı önemser, başkalarına bağımlı olmayı istemez ve yakın ilişkiler kurmaktan kaçınır; kendilik saygıları yüksektir ancak başkalarına karşı tutumları genellikle olumsuzdur (Sümer ve Güngör,1999).
Bağlanma kaygısı, bireyin kendi değerine şüpheyle yaklaşması, yakınlık, sevgi ve desteğe aşırı ihtiyaç duyması, reddedilme ve terk edilme korkusuyla sürekli olarak endişe duyması şeklinde ortaya çıkar. Bağlanma kaçınması, kişilerarası yakınlıkta düşük tolerans gösteren, başkalarına güvenmekte tereddüt eden ve kendi kendine yeter olma ve özerklik duygusuyla karakterize edilir. Öte yandan, güvenli bağlanma, bireyin bağlanma figürlerine olan güveni, kendi değeri ve yeteneklerine olan inancı, yakınlık ve karşılıklı bağ kurma kolaylığı ile ilişkilendirilir (Ahmad ve diğerleri, 2016).
Bağlanma stilleri, bireylerin yakın ilişkilerindeki davranışlarına yön veren önemli bir kılavuz olarak kabul edilmektedir (Hazan ve Shaver, 1987). Bebeklikte kurulan bağlanma ilişkisinin, ileri yaşamda bireyin günlük davranışlarını ve tutumlarını belirleyici etkisi bulunmaktadır. Mesela, çocukluk döneminde annesiyle güvenli bir bağ kuran kişiler, kardeşleriyle olan ilişkilerinde daha pozitif yorumlarda bulunurlar (Volling ve Belsky, 1992). Bu nedenle, bağlanmanın güvensiz şekilde oluşmasının, bireyin diğer insanlarla olan ilişkilerindeki negatif tecrübelerin kökeninde yattığı ifade edilebilir (Gümüş ve Güler, 2018). Bu başlık altında, psikolojik doğum sırasının çeşitli değişkenlerle ilişkisini inceleyen hem yurt içinde hem de yurt dışında yapılan araştırmalar ele alınmaktadır.
2.2.4 Bağlanma Stilleri Hakkında Yapılmış Çalışmalar
Bu başlık altında, bağlanma stillerinin çeşitli değişkenlerle ilişkisini inceleyen hem yurt içinde hem de yurt dışında yapılan araştırmalar ele alınmaktadır.
Hazan ve Shaver’in (1987) gerçekleştirdiği ve yetişkin bağlanma biçimlerini konu alan “Akran-Romantik Partner Geleneği” adlı çalışmada, Ainsworth ve arkadaşlarının (1972) belirlediği üçlü bağlanma tarzlarının yetişkinlik dönemindeki romantik ilişkilerde de temel bir rol oynadığı görülmüştür. Araştırmada, bebeklik ve erken çocukluk dönemindeki bağlanma temsillerinin, yetişkinlikteki bağlanma biçimleriyle benzerlik gösterdiği sonucuna varılmıştır.
Locke (2008), romantik partnerlerin günlük yaşamlarındaki etkileşimlerinde bağlanma biçimleri ile kişilerarası yakınlaşma ve kaçınma davranışları arasındaki ilişkiyi incelemeyi hedeflemiştir. Güvenli bağlanma stiline sahip partnerlerin, kendilerini ifade etme ve yeni fikirler sunma konusunda daha rahat olduklarını tespit etmiştir. Buna karşılık, kaçıngan bağlanma gösteren bireylerin yakın temaslardan kaçındığı belirlenmiştir. Kaygılı bağlanma stiline sahip olanların ise partnerlerine karşı yoğun duygular beslemekle birlikte tutarsız davranışlar sergiledikleri görülmüştür.
Pasco Fearon Roisman ise sekiz yıl süren bir çalışmada, ergenlik döneminde güvenli bağlanma gösteren bireylerin ileriki dönemlerdeki romantik ilişkilerinde bağlanma stilleri ve duygu düzenleme stratejilerini incelemiştir. Araştırmanın sonuçları, ergenlik döneminde aile bireylerine güvensiz bağlanan bireylerin, yetişkinlikte de romantik partnerlerine kaygılı bir şekilde bağlandıklarını ve duygularını ön planda tutarak hareket ettiklerini göstermiştir.
Karreman ve Vingerhoets (2012), 632 yetişkin üzerinde gerçekleştirdikleri çalışmada, psikolojik sağlamlık ve duygu düzenlemenin bir aracı olarak bağlanma stilleri ile psikolojik iyilik hali arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Sonuçlar, korkulu bağlanma stiline sahip bireylerin psikolojik iyilik hali ile negatif, güvenli bağlanma stiline sahip bireylerin ise pozitif ve anlamlı bir ilişkiye sahip olduğunu göstermiştir.
Simpson (1990), romantik ilişkisi olan erkek ve kadınlarda bağlanma stillerini araştırmıştır. Araştırmanın bulguları, hem erkeklerde hem de kadınlarda güvenli bağlanma stiline sahip bireylerin, kaçıngan ve kaygılı bağlanma stillerine sahip olanlara kıyasla partnerlerine daha bağlı, ilişkilerinden daha memnun ve partnerlerine daha fazla güvendiklerini ortaya koymuştur. Ehly, Lopez ve Vazquez-Garcia (2002) ise yaptıkları çalışmada, güvenli bağlanma stiline sahip yetişkinlerin, kaçıngan bağlanma stiline sahip yetişkinlere göre ilişkilerinden daha memnun oldukları sonucuna ulaşmışlardır.
Pistole ve Clark (1995) tarafından yapılan araştırmada, bağlanma stilleri ile evlilik uyumu arasındaki ilişki incelenmiştir. Araştırmanın bulgularına göre, güvenli bağlanma stiline sahip bireyler, kaçıngan ve kaygılı bağlananlara göre romantik ilişkilerinde daha fazla dayanışma göstermekte, eşlerine daha çok güvenmekte, ilişkilerine daha bağlı ve ilişkilerinden daha fazla doyum almaktadırlar. Ayrıca, güvenli bağlanan çiftlerin evlilik uyumlarının da daha yüksek olduğu belirlenmiştir.
Feeney (2002) ise, bağlanma stilleri, evlilik iletişimi ve ilişkiden memnuniyet düzeyi arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre, eşlerin birbirlerine yönelik davranışları ile bağlanma stilleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Uzun süreli evliliklerde, eşlerin olumsuz davranışları ile bireylerin yakınlık kurmada rahat hissetmeleri arasında negatif ve anlamlı bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca, kaygılı bağlanan kadınların diğer bağlanma stillerine sahip olanlara göre daha fazla olumsuz tutum sergiledikleri belirlenmiştir.
Sümer ve Cozzarelli (2004), bağlanma stilinin ve bireylerin yakın ilişkilerde kendilerine yönelik atıflarının ve ilişkilerinin niteliği üzerindeki etkisini araştırmak için bir çalışma gerçekleştirmiştir. Bu araştırmaya, romantik ilişki içinde olan 352 katılımcı dahil edilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, güvenli bağlanma stiline sahip bireylerin kendilerine yönelik daha az uyumsuz atıf yaptıkları belirlenmiştir.
3. SONUÇ
Bu çalışmada, çocukluk döneminde doğum sırası ve bağlanma stilleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Elde edilen bulgular, doğum sırasının bireylerin kişilik özellikleri ve bağlanma stilleri üzerindeki etkisini doğrulamaktadır. Araştırmalar, doğum sırasının bireyin kendini nasıl algıladığı ve çevresiyle olan ilişkilerini nasıl kurduğu üzerinde belirleyici olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, gerçek doğum sırasının yanı sıra psikolojik doğum sırasının da önemli bir rol oynadığı anlaşılmaktadır.
Adler’in psikolojik doğum sırası kavramı, bireyin aile içindeki konumunu algılama biçiminin, doğrudan kişilik gelişimi ve bağlanma stilleri üzerinde etkili olduğunu vurgular.
Çalışmamızda, ilk çocukların genellikle liderlik özellikleri sergilediği, daha rekabetçi ve sorumluluk sahibi oldukları bulunmuştur. Bu, onların güvenli bağlanma stiline daha yatkın olmalarını açıklayabilir. İlk çocukların ebeveynlerinden aldıkları yoğun ilgi ve sorumluluk duygusu, onların daha fazla güvenli bağlanma geliştirmelerine yardımcı olabilir.
Bağlanma teorisi, özellikle erken dönem ebeveyn-çocuk etkileşimlerinin, bireyin gelecekteki ilişkilerini ve bağlanma stillerini nasıl şekillendirdiğini vurgular. Bu çalışmada, güvenli bağlanma stiline sahip bireylerin, genellikle ilk çocuklar olduğu ve ebeveynlerinden daha fazla ilgi ve destek aldıkları bulunmuştur. Güvensiz bağlanma stillerinin ise, ortanca ve en küçük çocuklarda daha yaygın olduğu görülmüştür. Bu bulgular, Bowlby’nin ve Klein’ın teorilerinin doğruluğunu desteklemektedir.
Bu çalışma, çocukluk döneminde doğum sırası ve bağlanma stilleri arasındaki ilişkiyi anlamak amacıyla yapılmıştır. Elde edilen bulgular, doğum sırasının bireylerin kişilik özellikleri ve bağlanma stilleri üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olduğunu doğrulamaktadır. Adler’in psikolojik doğum sırası kavramı, bireyin aile içindeki konumunu algılama biçiminin, doğrudan kişilik gelişimi ve bağlanma stilleri üzerinde etkili olduğunu vurgular.
İlk çocukların genellikle liderlik özellikleri sergilediği, daha rekabetçi ve sorumluluk sahibi oldukları bulunmuştur. Bu, onların güvenli bağlanma stiline daha yatkın olmalarını açıklayabilir. İlk çocuklar, ailede doğdukları ilk anlardan itibaren ebeveynlerinin tüm ilgisini ve dikkatini çekerler. Bu durum, onların kendilerini önemli ve değerli hissetmelerine neden olur. Ebeveynler, genellikle ilk çocuklarına büyük bir özenle yaklaşır, onların her ihtiyacını karşılamak için ekstra çaba gösterirler. Bu yoğun ilgi ve özen, ilk çocukların kendilerine olan güvenlerini artırır ve onların çevrelerindeki dünyaya güvenle yaklaşmalarını sağlar. Ayrıca, ilk çocuklar genellikle ebeveynlerinin yüksek beklentileriyle karşı karşıya kalırlar. Ebeveynler, ilk çocuklarının başarılı ve sorumluluk sahibi bireyler olmalarını isterler. Bu beklentiler, ilk çocukların kendilerini sürekli olarak geliştirmeleri ve daha iyi olmaları yönünde motive eder. Onlar, liderlik rollerini üstlenir ve kardeşlerine örnek olma sorumluluğunu taşırlar. Bu sorumluluk duygusu, ilk çocukların problem çözme becerilerini ve liderlik yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olur. İlk çocuklar, aynı zamanda aile içindeki en büyük kardeş olarak, diğer kardeşlerine rehberlik etme ve onlara yol gösterme rolünü üstlenirler. Bu rol, onların empati ve duygusal zekâlarını geliştirir. Ebeveynlerinden aldıkları yoğun ilgi ve destek, onların duygusal olarak dengeli ve sağlam bireyler olmalarına katkı sağlar. İlk çocuklar, bu destek sayesinde duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilir ve sağlıklı ilişkiler kurabilirler. Bu faktörlerin birleşimi, ilk çocukların güvenli bağlanma stiline daha yatkın olmalarını açıklar. Güvenli bağlanma stili, bireyin kendine ve çevresine güven duymasını, sağlıklı ve istikrarlı ilişkiler kurabilmesini ifade eder. İlk çocuklar, ebeveynlerinden aldıkları sevgi ve destekle, kendilerini güvende hissederler ve bu güven duygusu, onların yetişkinlik dönemindeki ilişkilerinde de devam eder. Bunun yanı sıra, ilk çocukların rekabetçi doğaları, onların kişisel ve profesyonel yaşamlarında başarılı olmalarına da katkı sağlar. Onlar, sürekli olarak kendilerini kanıtlama ve en iyi olma çabası içinde olurlar. Bu rekabetçi doğa, ilk çocukların hedeflerine ulaşmada kararlı ve azimli olmalarını sağlar. Ebeveynlerinin beklentilerini karşılama ve onların gurur kaynağı olma arzusu, ilk çocukların motivasyonunu artırır ve onları daha da ileriye taşır.
Ortanca çocukların ise rekabetçi doğaları ve ailede yeterince ilgi görmediklerine dair algıları, kaygılı bağlanma stilini geliştirmelerine yol açabilir. Bu çocuklar, sürekli olarak büyük kardeşlerini geride bırakma çabaları ve ailede kendilerini kanıtlama ihtiyaçları nedeniyle, ilişkilerinde daha endişeli ve güvensiz olma eğilimindedirler. Ortanca çocuklar, büyük kardeşlerinin başarılarını takip etme ve onları geçme çabası içinde olabilirler. Bu rekabetçi doğa, onların okul ve iş hayatında da kendini gösterebilir, ancak aynı zamanda sürekli bir onay ve kabul arayışı içinde olmalarına neden olabilir. Bu durum, sosyal ilişkilerinde ve romantik ilişkilerinde güvensizlik ve endişe yaratabilir.
En küçük çocuklar ise, genellikle ailenin bebeği olarak daha fazla ilgi ve sevgi görürler. Bu durum, onların sosyal becerilerini geliştirmede olumlu bir rol oynar, çünkü sürekli olarak dikkat ve ilgi merkezinde olmaları, onları daha dışa dönük ve sosyal bireyler haline getirebilir. Ancak, aşırı ilgi ve koruma, bağımlılık ve sorumluluk almaktan kaçınma eğilimlerini artırabilir. Bu çocuklar, yetişkinlikte bağımsız kararlar almakta zorlanabilir ve başkalarına olan bağımlılıkları nedeniyle kaçınan bağlanma stiline yönelebilirler. Ayrıca, aşırı koruma ve şımartılma, onların hayatın zorluklarıyla başa çıkma becerilerini de olumsuz etkileyebilir, bu da ilerleyen yaşlarda daha büyük sorunlar yaşamalarına yol açabilir.
Tek çocuklar ise, ebeveynlerinin tüm ilgisini ve kaynaklarını tek başlarına paylaşarak büyürler. Bu durum, onların hem olumlu hem de olumsuz yönde etkilenmelerine neden olabilir. Tek çocuklar, genellikle yüksek özgüven ve olgunluk sergilerken, aynı zamanda sosyal becerilerde yetersizlik ve aşırı bağımlılık gibi sorunlar yaşayabilirler. Ebeveynlerinin tüm beklentilerini karşılamak zorunda kaldıkları için, akademik ve profesyonel yaşamlarında yüksek başarı gösterme eğilimindedirler. Ancak, aynı zamanda sürekli onay ve kabul arayışı içinde olabilirler. Sosyal becerilerde yetersizlik, tek çocukların arkadaşlık ve romantik ilişkilerinde zorluklar yaşamasına neden olabilir. Tek çocuklar, genellikle yalnız büyüdükleri için, paylaşma ve işbirliği yapma konusunda zorluk yaşayabilirler. Bu da, ilerleyen yaşlarda sosyal ortamlarda uyum sağlama konusunda sorunlar yaşamalarına neden olabilir.
Bu çalışmada, Bowlby ve Klein’ın teorilerinin, doğum sırasının bağlanma stilleri üzerindeki etkisini anlamada önemli bir temel sağladığını görmekteyiz. Özellikle, ilk çocukların genellikle liderlik özellikleri sergilediği ve daha rekabetçi oldukları, bu nedenle güvenli bağlanma stillerine daha yatkın oldukları bulgusunu desteklemektedir. İlk çocuklar, ebeveynlerinden aldıkları yoğun ilgi ve sorumluluk duygusuyla, kendilerine ve çevrelerine güvenen bireyler haline gelebilirler. Ortanca çocuklar ise, büyük kardeşlerini geride bırakma çabaları ve ailede yeterince ilgi görmediklerine dair algıları nedeniyle kaygılı bağlanma stilleri geliştirebilirler. Bu çocuklar, sürekli onay arayışı içinde olup, ilişkilerinde daha endişeli ve güvensiz olabilirler. En küçük çocuklar, aşırı ilgi ve koruma nedeniyle bağımlı ve sorumluluk almaktan kaçınan bireyler haline gelebilirler, bu da onların kaçınan bağlanma stillerine yönelmelerine yol açabilir. Tek çocuklar ise, ebeveynlerinin tüm ilgisini tek başlarına paylaşarak büyüdükleri için hem yüksek özgüven ve olgunluk sergilerken, hem de sosyal becerilerde yetersizlik ve aşırı bağımlılık gibi sorunlar yaşayabilirler. Melanie Klein’ın nesne ilişkileri kuramı ise, çocukların erken dönemlerde kurdukları ilişkilerin, onların zihinlerinde oluşturduğu içsel temsiller aracılığıyla, ilerleyen dönemlerdeki davranışlarını ve kişilik özelliklerini nasıl şekillendirdiğini açıklar. Klein’a göre, çocuklar erken yaşlarda anne veya bakım veren figürleri ile kurdukları ilişkilerde sevgi ve güven duygularını içselleştirirler. Bu içsel temsiller, bireylerin yetişkinlik dönemindeki ilişkilerinde kendilerini ve diğerlerini nasıl algıladıklarını etkiler. Örneğin, erken dönemde annesiyle sağlıklı bir ilişki kuran bir çocuk, ilerleyen yaşlarda kendine ve başkalarına güvenme konusunda daha başarılı olabilirken, sağlıksız bir ilişki kuran bir çocuk, güvensizlik ve değersizlik duyguları geliştirebilir.
Sonuç olarak, doğum sırası ve bağlanma stilleri arasındaki ilişkiyi anlamak, bireylerin çocukluk dönemindeki deneyimlerinin, yetişkinlik dönemindeki ilişkilerini ve kişilik gelişimlerini nasıl etkilediğini anlamamıza yardımcı olur. Bu çalışma, aile dinamiklerinin ve bireysel algıların, kişilik gelişimi ve bağlanma stilleri üzerindeki etkilerini anlamada literatüre önemli bir katkı sağlamaktadır. Bu bulgular, ebeveynlerin çocuklarına yönelik tutum ve davranışlarını şekillendirmede dikkate almaları gereken önemli faktörler sunmaktadır.
4. KAYNAKÇA
Adler, A. (2000). Yaşama sanatı (7 b.). (K. Şipal, Çev.) Say Yayınları.
Adler, A. (2009). İnsan doğasını anlamak (4 b.). (D, Başkaya, Çev.) İzmir: İlya Yayınları.
Adler, A. (2010). İnsanı tanıma sanatı (12 b.). (K. Şipal, Çev.) İstanbul: Say Yayınları.
Adler, A. (2021). Yaşamın anlam ve amacı (15 b.). (K. Şipal, Çev.) İstanbul: Say Yayınları
Ahmad, N., Jahan, A., ve Imtiaz, N. (2016). Measure of attachment style. The International Journal of Indian Psychology, 3(4), 48-60.
Ainsworth, M. D., Blehar, M. C., Waters, E. ve Wall, S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Hillsdale, NJ: Erlbaum
Ainsworth, M. S., ve Bowlby, J. (1991). An ethological approach to personality development.
American Psychologist, 46(4), 333.
Akçabozan, N. B., ve Sümer, Z. H. (2016). Adler yaklaşımında aile danışmanlığı. Turkish Psychological Counseling and Guidance Journal, 6(46), 87-101.
Amidon, A. D. (2008). Intimate relationships: Adult attachment, emotion regulation, gender roles, and infidelity. The University of Texas at Austin.
Arslan, E., ve Teze, S. (2016). Bağlanma kuramı. Eğitim ve psikolojiden yansımalar. Çizgi Kitabevi.
Ashby, J., LoCicero, K., ve Kenny, M. (2003). Psikolojik doğum sırası boyutlarından küçük çocuk doğum sırası ile mükemmeliyetçi olmama alt boyutu. The Journal of Individual Psychology, 59(1), 52-41.
Aydın, B. (2015). Çocuk ve ergen psikolojisi (5 b.). Nobel Akademik Yayıncılık.
Bartholomew, K., ve Horowitz, L. (1991). Attachment styles among young adults: A test of a four-category model. Journal of Personality and Social Psychology, 61(2), 226-244.
Bohmer, P., ve Sitton, S. (1993). The influence of birth order and family size on notable American women’s selection of careers. The Psychological Record, 43(3), 375.
Bowlby, J. (1973). Attachment and loss: Volume II: Separation, anxiety and anger. In Attachment and loss: Volume II: Separation, anxiety and anger (pp. 1-429). London:
The Hogarth press and the institute of psycho-analysis.
Bowlby, J. (1982). Attachment and loss: retrospect and prospect. American journal of Orthopsychiatry, 52(4), 664.
Bowlby, J. (1988). Developmental psychiatry comes of age. The American Journal of Psychiatry, 145(1), 1–10.
Bowlby, J. (2013). Bağlanma. (T. V. Soylu, Çev.) Pinhan Yayıncılık.
Bowlby, J. (2014). Ayrılma. (M. Günay, Çev.) Pinhan Yayıncılık.
Bozkuş, K., ve Gündüz, Y. (2018). Okul müdürlerinin liderliği ve psikolojik doğum sıraları. Ilkogretim Online, 17(3).
Bradley, R., ve Mims, G. (1992). Using family systems and birth order dynamics as the basis for a College career decision-Making course. Journal of Counseling and Development , 70(3), 445-448.
Burger, J. M., (2016). Kişilik (5.b). İstanbul: Kaknüs Yayınları.
Campbell, L., White, J., ve Stewart, A. (1991). The relationship of psychological birth order to actual birth order. Individual Psychology: Journal of Adlerian Theory, 47(3), 380391.
Claxton, R. P. (1994). Empirical relationships between birth order and two types of parental feedback. The psychological record, 44, 475-487.
Cüceloğlu, D. (2008). İnsan ve davranışı: Psikolojinin temel kavramları (17 b.). İstanbul: Remzi Kitabevi
Çakır, S., ve Güler, Ç. Y. (2020). Genel aidiyet, öz-anlayış, affetme ve problem alanları gerçek ve psikolojik doğum sırasına göre farklılaşır mı? MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 10(2), 1332-1352.
Çınarbaş, D., ve Nilüfer, G. (2019). Adler ve Sulloway’ın doğum sırası kuramları ve görgül bulgular ile ilgili bir değerlendirme. DTCF Dergisi, 59(1), 125-151.
Dede, E. (2015). Psikolojik doğum sırasının bireyci – toplulukçu – ilişkisel benlik tipi üzerine etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Arel Üniversitesi, İstanbul.
Deveci, G. (2021). Yetişkin bireylerin nesne ilişkileri ve savunma düzenekleri ile romantik
ilişki doyumları ve cinsel doyumları arasındaki ilişkinin incelenmesi. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul Gelişim Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İstanbul.
Dreikurs, R. (1964). The problem child. American Journal of Psychiatry, 120(9), 930-930.
Eckstein, D. (1978). Leadership, popularity, and birth order in women. Journal of Individual Psychology, 34(1), 63.
Ekşi, H., Sevim, E., ve Kurt, B. (2016). Psikolojik doğum sırası ile yetersizlik duygusunun yetişkin bağlanma stillerini yordama düzeyinin incelenmesi. Ilkogretim Online, 15(3).
Ergüner-Tekinalp, B., ve Terzi, Ş. (2016). Coping, social interest, and psychological birth order as predictors of resilience in Turkey. Applied Research in Quality of Life(11), 509-524.
Feeney, J.A. (2002). Attachment, marital interaction, and relationship satisfaction: A diary study. Personal Relationships, 9(1), 39-55.
Feist, J., Feist, G. J., ve Roberts, T. A. (2006). Theories of personality. (7th Edition).
McGraw-Hill Primis.
Geçtan, E. (1998). Psikanaliz ve sonrası (8 b.). Remzi Kitabevi.
Gençoğlu, C., ve Kalkan, M. (2015). Psychological birth order and optimism in high school. International Online Journal of Educational Sciences, 215-228.
Gençtanırım Kurt, D., ve Çetinkaya Yıldız, E. (2020). Kişilik kuramları: Gerçek yaşamdan kişilik analizi örnekleriyle (5 b.). Ankara: Pegem Akademi.
Gfroerer, K., Gfroerer, C., Curlette, W., White, J., ve Kern, R. (2003). Psychological birth order and the BASIS-A inventory. Journal of Individual Psychology, 59(1).
Grusec, J.E., ve Davidov, M. (2007). Socialization in the family: The roles of parents. In J.E. Grusec and P.D. Hastings (Ed.), Handbook of socialization: Theory and research (pp.284-309). New York: The Guilford Press.
Gümüş, Z., ve Güler, K. (2018). Yetişkin bireylerdeki bağlanma stillerinin demografik özellikleri ve yaşam kaliteleriyle olan ilişkisinin incelenmesi. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi(78), 505-521.
Hartshorne, J., Hartshorne, N., ve Hartshorne, T. (2009). Birth order effects in the formation of long-term relationships. In press with Journal of Individual Psychology, 65(2), 1-
39.
Hazan, C., ve Shaver, P. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process. Journal of Personality and Social Psychology, 52(3), 511-524.
Hojat, M. (1982). Loneliness as a function of parent-child and peer relations. The Journal of Psychology, 112(1), 129-133.
İşgör, İ. (2017). Üniversite öğrencilerinde bağlanma stilleri ve akademik başarının merhamet üzerindeki yordayıcı etkisi. Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 19(1), 82-
99.
Kalkan, M. (2005). White-Campbell Psikolojik Doğum Sırası Envanterinin geçerlik ve güvenirliği. 3p Dergisi, 13(3), 169-174.
Kalkan, M., ve Koç, H. E. (2008). Psikolojik dogum sırası bireylerin stresle başa çıkma stratejilerinin yordayıcısı mıdır? Türk Psikolojik Danısma ve Rehberlik Dergisi, 3(30), 45-59.
Kalkan, M., ve Odacı, H. (2010). Psikolojik doğum sırası ve ana babaya bağlanma: Okul öncesi öğretmen adayları üzerine bir çalışma. e-Journal of New World Sciences Academy, 5(3), 810-819.
Karen, R. (1998). Becoming attached: First relationships and how they shape our capacity to love. Oxford University Press, USA.
Karreman, A. ve Vingerhoets, A. J. (2012). Attachment and well-being: The mediating role of emotion regulation and resilience. Personality and Individual differences, 53(7), 821-826.
Kayacı, Ü., ve Özbay, Y. (2016). Üniversite öğrencilerinin travmatik yaşantı, psikolojik doğum sıraları ve sosyal ilgilerinin psikolojik dayanıklılıklarını. The Journal of Happiness & Well-Being, 4(1), 128-142.
Kesebir, S., Kavzoğlu, S. Ö., ve Üstündağ, M. F. (2011). Bağlanma ve psikopatoloji.
Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 3(2), 321-342.
Kirkcaldy, B., Furnham, A., ve Siefen, G. (2009). Intelligence and birth order among children and adolescents in psychiatric care. School psychology international, 30(1), 43-55.
Klein, M., (1986). The Selected Melanie Klein, Penguin, London
Kobak, R., ve Madsen, S. (2008). Disruptions in attachment bonds; implications for theory, research, and clinical intervention. Handbook of Attachment; Theory, Research, and Clinical Applications. The Guilford Press.
Kocatürk, M. (2020). Tek çocuk olmak. 1. Basım. Ankara: Pegem Akademi
Koçak, Ş. (2019). Yetişkinlerin yalnızlık düzeyleri ve benlik algıları ile nesne ilişkileri arasındaki ilişkinin incelenmesi. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Gelişim Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Lawson, D. M., ve Brossart, D. F. (2004). The association between current intergenerational family relationships and sibling structure. Journal of Counseling & Development, 82(4), 472-482.
Levine, A., ve Heller, R. (2021). Bağlanma; aşkı bulmanın ve korumanın bilimsel yolları (8 b.). Aganta.
Lewis, M. E. (2002). Child and adolescent psychiatry: A comprehensive textbook. Lippincott Williams & Wilkins Publishers.
Locke, K. D. (2008). Attachment styles and interpersonal approach and avoidance goals in everyday couple interactions. Personal Relationships, 15(3), 359-374.
Lohman, J. F., Lohman, T. G., ve Christensen, O. (1985). Psychological position and perceived sibling differences. Individual Psychology, 41(3), 313.
McGuirk, E., ve Pettijohn, T. (2008). Birth order and romantic relationship styles and attitudes in college students. North American Journal of Psychology, 10(1), 37-52.
Melillo, D., ve College, B. (1983). Birth order, Perceived birth order, and family position of academic women. The Journal of Adlerian Theory Research & Practice(39), 57-62.
Mıkulincer, M., ve Shaver, P. (2007). Attachment in adulthood: Structure, dynamics, and change. New York: The Guilford Press.
Oktan, V., Odacı, H., ve Berber Çelik, Ç. (2014). Psikolojik doğum sırasının psikolojik sağlamlığın yordanmasındaki rolünün incelenmesi. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 14(1), 140-152.
Özdemir, O., Özdemir, P. G., Kadak, M. T., ve Nasıroğlu, S. (2012). Kişilik gelişimi.
Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4(4), 566-589.
Özer, İ. Ö. (2018). Bağlanmanın doğal sonucu: Ayrılma kaygısı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 3(1), 125-134.
Pasco Fearon, R. M. & Roisman, G. (2017). Attachment theory: Progress and future directions. Current Opinion in Psychology, 15, 131–136. https://doi.org/10.1016/j.copsyc.2017.03.002
Pistole, M.C. ve Clark, E.M. (1995). Love relationships: Attachment style and investment model. Journal of Mental Health Counseling, 17(2), 199-209.
Sarı, T., ve Korkut Owen, F. (2016). Romantik ilişkilerde akılcı olmayan inançların ve bağlanma boyutlarının ilişki doyumu üzerindeki yordayıcı rolünün incelenmesi.
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi(37), 204-216.
Sezer, Ö. (2010). Ergenlerin Kendilik Algilarinin Anne Baba Tutumlari Ve Bazi Faktörlerle Ilişkisi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 7(1), 1-19.
Shaver, P. R., ve Clark, C. L. (1994). The psychodynamics of adult romantic attachment. In Empirical perspectives on object relations theory. (pp. 105-156). American Psychological Association.
Shulman, B. H., ve Mosak, H. H. (1977). Birth order and ordinal position: Two adlerian views. Journal of Individual Psychology, 33(1), 144-121.
Simpson, J.A. (1990). The influence of attachment styles on romantic relationships. Journal of Personality and Social Psychology, 59(5), 971-980.
Stewart, A. E. (2004). Can knowledge of client birth order bias clinical judgment? Journal Of Counseling & Development, 82(2), 167-176.
Stewart, A., ve Campbell, L. (1998). Validity and reliability of the White-Campbell psychological birth order inventory. Individual Psychology, 54(1), 57-62.
Sulloway, F. J. (1996). Born to rebel: Birth order, family dynamics, and creative lives.
Pantheon Books.
Sümer, N. ve Cozzarelli, C. (2004). The impact of adult attachment on partner and self attibutions and relationship quality. Personal Relationships, 11, 355-371.
Sümer, N., ve Güngör, D. (1999). Yetişkin bağlanma stilleri ölçeklerinin Türk örneklemi üzerinde psikometrik değerlendirmesi ve kültürlerarası bir karşılaştırma. Türk Psikoloji Dergisi, 14(43), 71-106.
Tricarichi, C., ve Jalajas, D. S. (2019). The effect of birth order on personality and leadership.
Journal of Organizational Psychology, 19(1), 102-107.
Tüzün, O., ve Sayar, K. (2006). Bağlanma kuramı ve psikopatoloji. Düşünen Adam Dergisi, 24-39.
Uluç, S., Tüzün, Z., Haselden, M., ve Erbaş, S. P. (2015). Bell Nesne İlişkileri ve Gerçeği
Değerlendirme Ölçeği’nin (BORTTI) Türkçe’ye Uyarlama Çalışması. Klin Psikiyatr Derg, 18, 112-23.
Volling, B. L., ve Belsky, J. (1992). The contribution of mother‐child and father‐child relationships to the quality of sibling interaction: A longitudinal study. Child development, 63(5), 1209-1222.
Waters, H. S., ve Waters, E. (2006). The attachment working models concept: Among other things, we build script-like representations of secure base experiences. Attachment & human development, 8(3), 185-197.
White, C. (2004). The seven common sins of parenting an only child: A guide for parents and families. John Wiley & Sons.
White, J., Campbell, L., ve Stewart, A. (1995). Associations of scores on the White-Campbell psychological birth order inventory and the Kern lifestyle scale. Sagepub Journals, 77(3), 1187-1196.
White, J., Campbell, L., Stewart, A., Davies, M., ve Pilkington, L. (1997). The relationship of psychological birth order to career interests. Individual Psychology, 53(1), 89.
Winnicott, D. W. (2018). The maturational processes and the facilitating environment:
Studies in the theory of emotional development. Routledge.
Yavuzer, H. (2010). Çocuk psikolojisi (32 b.). Remzi Kitabevi.
Yazgan İnanç, B., ve Yerlikaya, E. E. (2009). Kişilik Kuramları (2 b.). Ankara: Pegem Akademi.
Yılmaz, M. T., ve Kesici, Ş. (2014). Anne baba tutumları ve kardeş sırasının üniversite öğrencilerinin öz-anlayışlarının gelişimine etkisi. Türkiye Sosyal Politika ve Çalışma Hayatı Araştırmaları Dergisi, 4(6), 131-157.
Yöntem, M. K., Öktem, İ. ve Artuç, S. (2017). Lise öğrencilerinin psikolojik doğum sırasının özgecilik üzerindeki yordayıcı gücünün incelenmesi. Electronic Turkish Studies, 12(4), 623-640.
Yörükan, T. (2011). Alfred Adler: Sosyal roller ve kişilik (3 b.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.
Zajonc, R. B., ve Sulloway, F. J. (2007). The confluence model: birth order as a within-family or between-family dynamic?. Personality and Social Psychology Bulletin, 33(9), 1187-1194.